Hukukumuzda Ses Kayıtlarının Delil Niteliği
- Özge Altıntaş
- 3 Eki
- 3 dakikada okunur
Bilindiği üzere hukuki bir olgunun veya ceza gerektiren bir olayın ispatını sağlamanın en önemli aracı delildir. Her geçen gün dijitalleşmenin daha da arttığı günümüzde, ispat araçları da dijitalleşmeye başlamıştır. Böylece, bir olayın veya olgunun ispatında sıklıkla ses kayıtlarının bir ispat aracı olup olmadığı sorgulanmaya başlanmıştır. Peki gerçekten, dijitalleşmenin de etkisiyle, sık sık gündeme gelen ses kayıtları, yargı organları nezdinde delil olarak kabul edilebilir mi?
Günümüzde teknoloji çağının bir getirisi olarak, ses kaydı, kişilerin başlarından geçen olayların ispatı açısından oldukça sık bir biçimde başvurdukları bir yöntem olup, bu nevi bir kaydın delil olarak kabul edilmesi belli şartlara bağlanmıştır. Öyle ki, Türk hukukunda benimsenen temel kural, hukuka aykırı yollarla elde edilmiş olan delillerin yargılama süreçlerinde kullanılamayacağıdır. Peki bu noktada, hukuka aykırılık kriteri nedir?
Türk Ceza Kanunu’nun 132 vd. maddeleri çerçevesinde, kişilerin rızası dışında yapılan ses veya görüntü kaydı, kural olarak özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar kapsamında değerlendirilmektedir. Dolayısıyla kişilerin rızası veya haberi olmadan alınan ses kayıtları, kural olarak hukuka aykırı bir delil olarak kabul edilecek ve mahkemeler nezdinde delil niteliği taşımayacaktır. Buna karşılık gündelik hayatın akışında, her zaman kişilerin rızasını almak mümkün olmamakta veya kişilere seslerinin kaydedildiğine ilişkin bilgi verildiğinde, o konuşmadan beklenen fayda sağlanamamaktadır. Bu nedenle, bazı hallerde, alınan ses kayıtlarının delil niteliği taşıması açısından, “kişinin rızası veya bilgisinin olması” kuralına birtakım istisnalar getirilmiştir.
Genel itibariyle Yargıtay kararlarıyla şekillenmiş bu istisnalar şunlardır:
1. Ses kaydını alan kişinin, konuşmanın tarafı olması: Ses kaydını alan kişi, sesini kaydetmiş olduğu kişi ile arasında geçen bir konuşmayı kaydettiği takdirde, kişinin kendisi de aynı konuşmanın içinde yer aldığından, “kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması” suçu oluşmamakta ve bu kayıt hukuka uygun bir delil olarak kabul edilebilmektedir.
2. Ses kaydı alan kişinin, başka türlü bir delil etme imkanının olmaması: İspatı sağlanacak olay veya olgunun ses kaydı dışında başkaca hiçbir delille ispat edilemeyeceği hallerde alınan ses kaydının, hukuka uygun bir delil olarak kabul edilmesi mümkün olabilmektedir.
3. Ses kaydına konu olan olay veya olgunun ani bir şekilde gelişmiş olması: Ses kaydına konu vakıanın tesadüfi veya ani gelişen bir durum olması, o an yetkili makamlara başvurma imkanının olmaması gibi hallerde, ses kaydının delil niteliği taşıması mümkün olmaktadır. Buna karşılık sistematik ve planlı bir şekilde, delil oluşturmak amacıyla alınan ses kaydı, hukuka uygun bir delil olarak kabul edilmemektedir.
4. Ses kaydının bir haksızlığı veya suçluluğu ortaya koyması: Ses kaydının, ses kaydı alan kişinin kendisine veya yakınlarına karşı işlenen bir suçun ispatı için kullanılacak olması yahut haksız bir saldırıyı önleme amacı taşıması halinde, o ses kaydının delil olarak kabul edilmesi mümkün olmaktadır.
Bu istisnaların yanı sıra Yargıtay, boşanma davalarında diğer davalardan daha farklı bir ispat kuralı benimsemektedir. Buna göre, boşanma davalarına özgü olacak şekilde, eşlerin birlikte yaşadıkları konut, özel alan olarak değil; ortak alan olarak kabul edilmektedir. Böylece eşlerden biri diğerinin sadakatinden şüphe duyduğu ve ortak yaşadıkları eve kayıt cihazı yerleştirdiği takdirde, bu kayıtlar mahkemeler nezdinde delil olarak kabul edilmektedir. Aynı şekilde şiddetli geçimsizlik yaşayan çiftlerin, bu geçimsizliği ispat amacı taşıyan kayıtları da boşanma davalarında delil olarak kullanılabilmektedir. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken husus, son dönemde oldukça popüler olan özel dedektifler ve bu özel dedektiflerin elde ettiği kayıtlardır. Her ne kadar Yargıtay boşanma davalarında “sadakat” konusuna “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar” konusundan daha büyük bir önem atfederek bazı izinsiz alınan kayıtların mahkemelerde delil olarak kullanılabilmesinin önünü açsa da, özel dedektiflerin elde ettiği bilgi ve belgelerin yargılama süreçlerinde delil olarak kullanılmasına izin vermemektedir. Zira yukarıda da bahsettiğimiz üzere, sistematik ve planlı bir biçimde, delil oluşturmak amacıyla alınan kayıtlar, hukuka aykırı delil olarak nitelendirilmekte ve hatta suç teşkil etmektedir.
Sonuç olarak, her ne kadar yüksek mahkeme kararları çerçevesinde, kişilerin rızası veya bilgisi olmadan alınan bazı ses kayıtlarının, delil olarak kullanılabileceği kabul edilse de, bu kayıtların delil niteliği taşıması ile suç unsuru oluşturması arasındaki çizgi oldukça incedir. Örneğin bir ses kaydının, planlı bir biçimde delil elde etme amacıyla alınması veya tarafı olunmayan bir konuşmanın gizlice kaydedilmesi halinde, bu kayıtlar delil niteliği taşımayacak; hatta bu tür eylemler, özel hayatın gizliliğini ihlal, haberleşmenin gizliliğini ihlal veya kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması gibi çeşitli suçların oluşmasına sebebiyet verebilecektir. Böyle bir halde de, bir vakıayı ses kaydıyla ispat etmek isteyen kişiler, aynı zamanda cezai bir soruşturma riskiyle de karşı karşıya kalabilecektir. Bu nedenle, bir olay veya olguyu ispat amacıyla ses kaydı almanın son derece hassas bir konu olduğu unutulmamalı; bir vakıanın ispatı için ses kaydı alırken azami dikkat gösterilmelidir.
Yorumlar