Düğün Takılarının Aidiyetinde Yargıtay’ın Yeni Yaklaşımı: “Kime Takıldıysa Onundur.” Dönemi ve Uygulamada Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
- Özge Altıntaş
- 6 Kas
- 3 dakikada okunur
Düğünlerde takılan altınların eşlerden hangisine ait olduğu, son dönemde altın piyasasındaki dalgalanmalarla birlikte yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Bilindiği üzere, düğünlerde altın takma geleneği kültürümüzün köklü unsurlarından biri olup, kuşaktan kuşağa aktarılmaya devam etmektedir. Ancak bu geleneksel uygulamanın hukukî sonuçları çoğu zaman yeterince bilinmediğinden, eşler arasında uyuşmazlıklara neden olabilmektedir. Halk arasında, düğünde takılan altınların genellikle kadına ait olduğu yönünde bir kanaat bulunsa da, bu kabulün hukuki dayanağını bilmekte fayda vardır. Nitekim düğün takıları gerçekten sadece kadına mı aittir, yoksa hukukumuzda farklı bir değerlendirme mi öngörülmektedir?
Türk hukukunda nişanlanma, evlenme, eşler arasındaki mal rejimi ve boşanma gibi hususları düzenleyen temel kanun Türk Medeni Kanunu’dur. Ancak bu kanunda, düğünde takılan altınların eşlerden hangisine ait olacağına dair açık bir hüküm yer almamaktadır. Dolayısıyla kanunda açık bir düzenleme bulunmayan bu konuda, Yargıtay içtihatları yol gösterici niteliktedir. Zira Yargıtay, kanunlarda boşluk bulunan durumlarda, bu boşluğu akla, bilime, örf ve adete; ayrıca hakkaniyete uygun bir şekilde doldurma görevini üstlenmektedir. Bu bağlamda düğün takılarının aidiyeti konusundaki uygulama, büyük ölçüde Yargıtay kararları çerçevesinde şekillenmiştir.
Yakın zamana kadar yerleşik Yargıtay içtihatlarında, aksine bir anlaşma veya örf ve adet bulunmadığı sürece düğünde takılan altınların kadına ait olduğu kabul edilmekteydi. Ancak Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2024 yılının Nisan ayında verdiği kararla bu içtihat değişikliğe uğramıştır. Söz konusu kararda şu ifadelere yer verilmiştir: “Taraflar arasında ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda anlaşma mevcut ise paylaşım bu anlaşmaya göre gerçekleştirilir. Ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda taraflar arasında anlaşma bulunmadığı takdirde yerel örf ve adetin varlığı iddia ve ispat edilirse bu kurala göre paylaşım gerçekleştirilir. Aksi takdirde erkeğe ve kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey kural olarak kendilerine aittir. Ne var ki takılar içinde karşı cinse özgü (kadına ya da erkeğe özgü) bir şey varsa o cinse verilmiş sayılır. Takı sandığı/torbasına konulan ekonomik değer taşıyan şeyin aidiyeti konusunda; konulan şey kadına ya da erkeğe özgü bir şey ise o cinse verilmiş sayılır, o şeyin her iki cinse özgü olduğu belirlenmişse ortak kabul edilmelidir.”
Bu kararla birlikte, Yargıtay önceki yerleşik içtihatlarından önemli ölçüde ayrılmış ve düğün takılarında ‘Kime takıldıysa onundur.’ prensibini esas alan yeni bir yaklaşım benimsemiştir. Buna göre, aksine bir anlaşma veya örf-adet bulunmadığı yahut takının cinsiyet yönünden belirli bir kişiye özgü olmadığı durumlarda, altın veya ziynet eşyası kime takılmışsa, o eşe ait kabul edilmektedir.
Bu noktada vurgulanması gereken bir diğer önemli husus ise, altın ve ziynet eşyalarının iadesi taleplerinin çoğunlukla boşanma sürecinde gündeme geldiğidir. Ancak evlilik birliği devam ederken de tarafların ziynet eşyalarının iadesini talep etme hakkı bulunmaktadır. Her ne kadar uygulamada bu tür talepler genellikle kadınlar tarafından ileri sürülse de, erkeklerin de bu yönde talepte bulunması hukuken mümkündür. Bununla birlikte, altın veya ziynet eşyalarının iadesini talep eden tarafın, söz konusu eşyaların diğer eş tarafından alınıp kullanıldığını somut delillerle ispat etmesi gerekmektedir. Aksi halde talep, ispat yükü yerine getirilmediği gerekçesiyle reddedilebilecektir.
Ziynet eşyalarının iadesi taleplerinin, boşanma davası sırasında ileri sürülebileceği gibi, ayrı bir dava açılarak ileri sürülebilmesi de mümkündür. Ancak unutulmamalıdır ki, altın ve ziynet eşyalarına yönelik talebin boşanma davası ile birlikte ileri sürülmesi durumunda, her ne kadar dava boşanma davası ile birlikte görülecek olsa da, niteliği itibariyle ayrı bir dava olacaktır. Dolayısıyla ziynet talebi için ayrıca harç yatırılması gerekecektir.
Altın veya ziynet eşyalarının iadesi taleplerinin, mal rejimi tasfiyesi davası ile birlikte de ileri sürülebilmesi mümkündür. Ancak böyle bir halde, mal rejimi tasfiyesi davasının sonuçlandırılabilmesi için boşanma davasının sonuçlanması ve hatta kesinleşmesi gerekecektir. Bu durum, altın veya ziynet eşyası talebinde bulunan eş açısından pratik ve menfaatine uygun olmayacaktır. Zira boşanma davası sonuçlanmadan altın ve ziynet eşyalarının iadesine karar verilemeyeceği için, talep sahibi davanın sonucunu beklemek durumunda kalacaktır. Bu nedenle, sürecin gereksiz şekilde uzamaması adına, altın veya ziynet eşyası talebinin boşanma davası ile birlikte yahut ayrı bir dava olarak ileri sürülmesi, talep sahibi açısından daha faydalı olacaktır.
Tüm bunların yanı sıra, düğün takılarına ilişkin olarak açılacak davalarda, mümkün olduğu ölçüde takıların aynen iadesi, bu mümkün değilse nakden iadesi (düğün takılarının bedelinin fiili ödeme günündeki karşılığı üzerinden) şeklinde terditli bir talepte bulunulması, hak kayıplarının önlenmesi açısından son derece önemlidir. Böylece mahkeme, ilgili altın veya ziynet eşyalarının mevcut olmaması durumunda dahi fiili ödeme günündeki karşılığı üzerinden hüküm kurabilecek ve taraflar açısından daha adil bir sonuca ulaşılabilecektir.
Ayrıca, boşanma davasının kesinleşmesinden sonra altın ve ziynet eşyalarına yönelik bir dava açılacaksa, bu davanın boşanma kararının kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi içinde açılması gerektiği unutulmamalıdır. Bu süre, ziynet eşyalarının aynen veya bedel üzerinden iadesine ilişkin taleplerin ileri sürülebilmesi için kanunen tanınan en uzun süredir. Zamanaşımı süresinin dolması halinde artık ziynet alacağı talebinde bulunmak mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, hak kaybına uğramamak adına, boşanma kararının kesinleşmesinin ardından en kısa sürede hukuki yola başvurulması büyük önem taşımaktadır.
Yorumlar